Hz. İbrahim (a.s) ile Nemrut’un  mücadelesini duymuşsunuzdur. Fakat zaman zaman tekrar etmekte yarar var.

Tarihin en kanlı diktatörlerinden biri olan Nemrud, Bâbil Devletinin hükümdarı ve o dönemde dünyanın en gelişmiş yöresi olan Mezopotamya bölgesinin tek hâkimi idi. Ne yazık ki mâkamına, mevkiine güvenip haddini aştı ve ilâhlık davasına kalkıştı. Çeşitli mücevherlerle süslü heykellerini ülkenin her tarafına diktirdi ve insanların bunlara saygı duruşu yapmalarını (tapınmalarını) emretti.

Hz. İbrahim (a.s) böyle bir diktatörle çetin bir mücadele içerisine girdi. Ateşe atılmakta dahil olmak üzere bir çok çileye katlandı ve hakkı savunarak hiç taviz vermedi. Kavmi semavi dine inanıyordu. Ay ve güneşe tapıyorlardı. Yıldız ilmide çok ilerde idi.

Daha küçük yaştan itibaren kavminin sapık düşüncelerine ve inanışlarına bir kale gibi durmuş, onların düşünce ve inanç sistemlerine “ ben batan şeyleri sevmem” diyerek  tarihi itirazını yapmış ve tarihe bir şerh düşmüştü.

Neydi bu batan şeyler. Batan şeyler neden sevilmiyordu. Sonu olan ve bir diğeri gelince önceki hükümsüz olan her şey değil miydi batan, yok olan şeyler. Bir müddet el üstünde  tutulan ve bir müddet hükmü devam ettikten sonra silinen yok olan, hatırlanmayan şeylerin adıydı batan şeyler.

Şimdi hayatımız da  ne kadar batan şey var değil mi? Saymaya kalksak belki günler sürer. Ve biz şu zamanda bu batan şeylerin peşinde ne kadar çok koşuyor ve çaba harcıyoruz. Batacağını bile bile sahip olmaya çalıştığımız onca eşya, mevki makam vs.

Çağımızın kök problemi aslında bu. Batan şeyler. Saman alevi gibi parladıktan sonra yok olanlar. Asıl meselenin  bu olduğuna inandığımız zaman ufkumuz değişecek, bakış açımız değişecek, insan olmanın gururunu tekrar duymaya başlayacağız.

Kibir, hırs ve haset insanlığın tedavisi zor hastalıkları. Kibrimizden  boyumuz dağlardan yüce. Yüce kitabımız Kur’an ı Kerim de” İsra / 37. “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.”

Lokman / 18. "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme.  Çünkü övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez”. Okuyoruz ama üzerinde düşünmeden ve tefekkür etmeden  sadece kelimeleri okuyoruz.

Tevazuyu  unuttuğumuzdan beri hırsımızın, kibrimizin, hasedimizin esir olduk. Kendimizi  güneş, diğer tüm insanları bizim etrafımızda dönen gezegenler hükmüne koyduk. Her şeyin merkezine kendimizi oturttuğumuzdan beri  bir garip olmaya başladık. Mutluluğu batan şeylerde aramaya başladık ve bulduk zannettik. Avunduk. Halbuki bulduklarımız birer batan yıldızlardı.

Tevazu ve huşu ile mutluluğun kapısının açılacağını unuttuk.  Yaradana gönlümüzü açıp, boyun bükerek ;” ben geldim Allah’ım günahlarımla, hatlarımla ben geldim.” Diyemedik. Kibrimizden dolayı. Nemrutta kibirlenmişti. “Ben sizin Rabbinizim” demişti. Bu kibrinin  sonu ne acı olmuştu.

Toplumun inşası ve ümmetin inşası için batan şeylerden yüzümüzü çevirip, baki olana yönelmek zorundayız.   Tekrar tevazu elbiselerini dolaplarımızdan çıkarıp, ona bürünmeliyiz.  Tekrar tevazu mantığına sahip bir felsefe oluşturmalıyız.

Baki olmak için “Baki olana” sığınmak zorundayız. İşte o zaman tıpkı Hz. İbrahim’in(s.a)  zamanın nemrutlarına  haykırdığı gibi bizde zamanımızın nemrutlarına “BİZ BATAN ŞEYLERİ SEVMEYİZ” deme cesaretini kendimizde bulacağız.

Adem DURAN

Eğitim Uzmanı

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner2817