Çağımız iletişim çağı. Mekan ve zaman parmaklarının ucunda. Her şey çok çabuk değişirken çok çabukta değiştiriyor.

Çağımızın hastalığı “BİREYCİLİK”. Yabancılaşmanın diğer bir adı. Bir bir başka yüzü. ABD ‘nin kendine özgü tarihinden tüm uluslara yayıldı. “İnsan insanın kurdu” anlayışı gereği benim yaşaman için bir başkasının ölmesi gerekiyorsa ölsün. Her şey benim için…

Böylece bir yaşam tarzı oluştu. Bu yeni yaşam tarzı bir salgın gibi tüm uluslaru etkisi altına aldı. Biz’den uzaklaşılarak “ENE” , “ben” duygusu kapladı hayatımız.

Toplumda itibar görmek fark edilmek için, en lüks arabalara sahip olma isteği, geniş ve etrafı kalın duvarlarla çevrili vilalara sahip olmalar ve bunlarla hava atmalar. Her şeyin  pahalısını alma…  ve ben kozası içinde kendi kafesimizi örme, ördüğümüz kozada hapsolunan bir hayat.

Çocuklar apartmanlarda dört duvar arasında esir. Okulda sınıflarda esir. Sakın ha! Bildiğini söyleme sınavda seni geçerler diyerek, arkadaşına bildiğini dahi söylemeyen  bir çocuk. Kişiliğinin geliştiği ve şekil aldığı yıllarda kendisini düşünen egoist bir  yaratık haline getirirken seyreden , duyarsız kalan bir ebeveyn ve toplum.

Bizlerin anne babası, profesör, doktor, mühendis, öğretmen … kısacası okumuş değillerdi. Onlar evlatlarının bencilliklerine kızar, bu davranışının ne kadar abes olduğunu  davranışları ile gösterirlerdi.  Evde sobanın başında ısınırken komşusunun ısınıp ısınmadığı ile dertlenir. Sobanın üzerinde pişen çorbadan “oğlum felan  teyzen hasta yemek yapamamıştır bir tas çorba götür. Bir bak bakayım sobaları yanıyor mu? Yakamamışlarsa gidip yakalım. Komşumuzun ışığı yanmıyor gidin bir bakın bakalım hastalar mı? Diye komşusunun dertleriyle meşgul olurlardı. Böyle bir komşuluk ortamında insan hiç kendisini yalnız, terk edilmiş  hisseder mi?

Şimdi evlerimiz kaloriferli ve hatta doğal gazlı. Kendi küçücük dünyamızda kral gibiyiz. Evimizde işimizde, kral gibiyiz ama yapayalnızız. Derdimizi paylaşacak  candan bir dostumuz yok. Çocuğumuzu komşumuza teslim edip bir yere gidip geleceksek olsak  bile kırk defa düşünüyoruz. Çocuğumu komşuma bıraksam mı, bırakmasam mı diye.

Bu hale gelirken anne ve babalarımızın diplomaları vardı. Hem de bir tane değil belki birkaç tane. En cahilimiz lise mezunu. Toplumun sosyal ilişkiler açısından durumu ortada. Verilen ahlaki terbiye ve edep cahil(!) denen o beğenilmeyen okuma yazması olmayan dedelerimizin yaşadığı toplumla  günümüz de yaşadığımız  toplumu arasında fersah fersah fark var.

Okudukça ve eğitim seviyemiz yükseldikçe(!) daha çok yalnızlaştık. Daha çok kendi kabuğumuza büründük. Her evde en az üç dört telefon var ama  bizler sofra başında bile konuşmaz olduk. Hani iletişim çağındaydık. İletişim çağında daha çok  iletişim kuramaz olduk. Hem de  kendi aile fertlerimizle…

Yabacılaştıkça yabancılaştık. Keser gibi” hep bana, hep bana dedik.” Kendi dünyamızın dışına bakmak için bir pencere bile açamadık. Böyle olunca da ruhumuz sıkıldı. Canımız sıkıldı. Ağresifleştik. Boşanmalar arttı. Psikolojik sorunlarımız çoğaldı.

Yabancılaşma bizi bizden uzaklaştırdı. Özümüzü kaybettirdi.  Çağımızda insan ancak kelle  sayısına göre ifade edilir oldu. Sanki bir eşyadan bahsedilir  gibi..

Oysa, insan da ne alemler gizli. Ne haller var? Benlikten kurtulup, o yaratılanların en şereflisi olan insanın  gönlüne girebilsek, bize de ne alemlerin açıldığını göreceğiz. Dağ gibi dertlerimizin, dertleşerek nasıl yok olduğunu. İnsan olduğumuzu hatırlayacağız. İşte o zaman”SEN VARSAN BEN VARIM.” Diyebileceğiz.

 Gönüle girmeden, gönülden vermeden, gönülden sevmeden bu işin olmayacağını ne zaman anlayacağız.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner2817