Hepimizin okulla ilgili bir anısı vardır. Bu anılarımızın bir çoğunu da öğretmenlerimizle yaşadıklarımız oluşturur.
Okul hayatımız boyunca bir çok öğretmenle muhattap olmuşuzdur. Ama gönül telimize dokunan öğretmenleri hayatta unutmayız. Onların yerleri hep farklı olmuştur.
Kah üzüntümüzü paylaşmıştır bizimle, kah sevincimize ortak olmuşlardır. Hiç kimse bizi dinlemezken onları bizi dinlemişler, hiçbir zaman bizi yargılamamış, bizi azarlamamış, ümitsizliğimiz tabana vurduğunda sihirli bir dokunuş yaparak hayat kandilimizi yeniden yakmışlardır.
Mevlana’ya göre “Ona göre, bal ile sütün bileşiminde bal nasıl sütün içinde erirse ve orada kaybolursa, öğrenci de öğretmeni ile böyle bir ilişki içinde olmalıdır. Onun eteğine yapışmalıdır ki onu yüceltsin. Zîrâ terbiyeci öğrencisini önce alçaltır, benliğinden sıyırır, sonra hafiflediği için yüceltir.(1) Der.
Öğretmen-öğrenci ilişkilerinde bir alışveriş vardır. Mevlânâ, bu alışverişi şöyle dile getirmektedir: “Sirke verirsin, şeker alırsın; boncuk verirsin inci alırsın; sürme verirsin, görüş elde edersin; pek hoştur bu alışverişte bulunmak.”(2)
Buna göre, eğitimci öğrencisinin değersiz olan her şeyini değere çeviren, onu tatlılaştıran, incileştiren, görüş kazandıran bir faaliyet içinde olmalıdır. O zaman öğrenciyi halkın kabulleneceği, halka bir şeyler verebilecek bir seviyeye getirmiş olacaktır. Eğitimcisinde gereği şekilde tatlılık olamayan, boncuğunu inciye çeviremeyen, basîret kazanamayan öğrenci bir değer kazanamamış demektir.(4)
Öğretmen aslında dikenli bir tarla da yol alırken nasıl ki ayağına diken batmaması için nereye basacağına dikkat ederek yürürse, dikkatini o dikenlerden ayırmadan, pür dikkat yol alırsa, işte bu yolda gösterdiği özeni öğrencisinin terbiyesine de gösterdiği zaman öğrencisinin bam teline dokunmuş olur.
Bal teline dokunan öğretmen bir yankı oluşturur. Tatlı yankılar tatlı olarak kaynağından çıkar, tekrar kaynağına tatlı akisler meydana getirerek döner. Bu tatlı akisler kulaklarımızda yıllarca sürecek bir tatlı uğultunun özlemini bırakır.
Hz Süleyman (sav) nasıl ki kuşların sıkıntılarını, dertlerini anlamak için kuş dilini öğrenmek zorunda kaldı ise, onları anlamak için harcadığı çaba, muhattabına verdiği öneminde bir göstergesidir. Aslında öğretmenlik de bir açıdan kuş dilini öğrenmektir. Gönüle girmek için, gönüle giden bir yol bulma çabası değil midir öğretmenlik?.
Bir balığının insan elinde bir oyana bir bu yana dönüp durması gibi aslında öğrencide kıpır kıpırdır. Dert ve kederlerinin çözümü için öğretmenine yalvarıp durmaktadır.
Bu çırpınışın farkına varan öğretmen tüm dikkatini yardım bekleyen o insana verdiği zaman, gönülden gönüle kurduğu köprülerle asırlara uzanan bir bağlantının da temellerini atar, hayatımızda unutamadığımız bir şahsiyete dönüşür.
Zaman ve mekan değişir ama o kutlu çağrıyı yapan öğretmenin gönül dünyamızda aksi ve bıraktığı iz değişmeden nesilden nesile anlatılan biri olarak hatıralarımızda yerini alır.
Her başarılı bir öğrencinin arkasında ona destek olan, gönül dünyasını yeniden kuran bir öğretmenin varlığı unutulmaz.
1 -Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1957, c. I, s. 293, b. 2708-9.
2- Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul 1974, c. VII, s. 107, b. 1327.