Türkiye’de 2002 yılı öncesini şöyle bir düşünün. Her şey toz duman bir haldeydi. Gücünü, etkisini yitirmiş bir hükümet vardı. Öyle ki, hükümetin ortağı olan MHP’nin bir anlık söylemi ile erken seçim konusu gündeme gelmişti.

Hatta 3 Kasım tarihini de bizzat bu partinin genel başkanı olan Devlet Bahçeli ortaya atmıştı. Sonrasında ise birkaç destek gelmiş ve meclisin aldığı karar ile erken genel seçim yapılmıştı. Tabi apar topar yapılacak olan bu seçimlerde bir başarı elde edemeyeceklerini açık bir şekilde gören ve bu konuda partilerinden bağımsız hareket eden bazı milletvekillerinin verdiği önerge ile seçimin normal tarihine alınması konusu gündeme gelmişti.

Fakat bu konuda aklıselim galip gelmiş, milletin öncelikli tercihi olan erken seçimin, daha önce belirlenen tarih olan 3 Kasım’da yapılması kararlaştırılmıştı.

Tabi erken seçimin iptal olmasını isteyen zevatın tek bir gerekçesi vardı. O da kalan süreyi de vekil olarak geçirip, milletvekili maaşından istifade etmekti.

İşte böyle, yani koca meclisi yap boz tahtasına çeviren vekillerin elinde oyuncak etmiş insanların yönetimde devlet idaresinin daha fazla gitmeyeceğini anlayan milletimiz de tercihini AK Parti’den yana kullanmıştı.

Üstelik tek başına iktidar olma yetkisini de vererek…

Haliyle bu durum beraberinde canlarının istediği gibi şekilden şekle sokulmak istenen Türkiye’nin yönetimsel zafiyetlerini de ortaya çıkarmıştı. Bu zafiyetlerin başında ise mevcut anayasa geliyordu…

1980 darbesinin ardından dönemin eli kanlı kişileri tarafından hazırlanmış, kendi çıkarları ve geleceklerinin temini adına her türlü detay hesap edilerek yapılmış bir kurallar zincirinden farkı olmayan anayasanın değişmesi Türkiye için kaçınılmaz bir sondur aslında.

Zira yapıldığı tarihten bu yana birçok kez üzerinde meclis ya da referandumlarla oynamalar, değişiklikler yapılmış, adeta yamalı bir bohçaya dönen bu anayasadan kurtulmak gerekliliği milletimizce de kabul edilmektedir.

Hatta seçici kimliğindeki milletin yanı sıra, 2002 sonrasında Türkiye yönetiminde bir şekilde bulunan muhalefet partileri de yeni ve daha etkin bir anayasanın yapılması için aslında kendilerince onay vermişlerdir. Çünkü onlar da biliyorlar ki, millete rağmen artık Türkiye’de siyaset şekillenmiyor. Yani millet ne istiyorsa o olmak zorunda.

Bu yeni bir anayasa olsa bile.

Ve millet bugün yeni anayasa beklentisi içindedir…

İşin en gerçekçi olan tarafı ise bugün gelinen noktadaki son şekli ile anayasamız maalesef ülkemizin hızına yetişemeyecek derecede hastalıklıdır. Bu hastalıklı halden kurtulmak ise Türkiye gibi önü her alanda açık olan bir ülke için önemlidir.

Hangi parti olursa olsun, iktidara kim gelirse gelsin, bu durum inanın hiç farketmez.

Meclis yapısı nasıl oluşursa oluşsun, herkes en azından milletin onay vereceği bir anayasa için kolları sıvamalıdır.

Elbette tartışılacak çok konu vardır. Fakat kimse ‘Şu olmazsa ben olmam’ edasıyla hareket ederek, işi yokuşa sürmemelidir. Bu durum AK Parti için de, CHP ve MHP için de böyledir.

7 Haziran sonrasında oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk işi kavga etmek değil, ülkeyi yarınlara ulaştıracak, toplumun beklentilerine karşılık verecek yeni ve sivil bir anayasa yapmak olmalıdır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner2817